KAMELYALI KADIN ÜZERİNE
- Mert Uzunlar
- 13 Kas 2024
- 4 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 5 Ara 2024
Bu incelemede değinmek istediğim nokta, bir fahişeyi fahişe olmaya zorlayan etmenler dışında, onu bu yolda ilerlerken insanların, toplumun nasıl bir pencereden baktığı olacaktır. Herhangi bir ahlakî öğretiden, inançtan yoksun biri değilim ancak bakmakla görmek arasındaki sınıra hakim olmak gerektiğini kavramış yaştayım. Ve içinde yaşadığımız dönemi de baz alacak olursam pek çoğumuzun bakmaktan öte görmeye ihtiyacı olduğu kanısındayım.
Marguerite yalnızca locaların en çok davet edilen kadını olmamakla birlikte, tüm gözlerin üzerinde gezinmesini sağlayan kendine has büyüleyiciliğiyle de tanınmış genç bir kadındır. Dünyaya nasıl geldiği, kiminle mutlu mutsuz bir çocukluk ya da ilk gençlik yıllarını geçirdiği düşünülmeksizin, herkesin dilinde benzer sözlerle yaftalanır; genç bir yosma. Elbette her dönem gibi o devir için de fahişelik soysuzca bir davranıştan öte görülmez ve fahişeliğin dahi kendine özgü sorumlulukları bulunduğunu her kesim bilir. Bir fahişenin yanından geçerken istavroz çıkarılması alışılmış bir refleks haline gelir. Onunla aynı muhitte görülmenin insanı tedirgin eden yanları bulunur. İster bir din adamı isterse kendini insan yaşamına adamış bir doktor olsun, bu gerçek hiç değişmez.
Sonu felaketle bitecek bütün aşkların ortak yanları bulunur. Bir rastlantıyla, tanışmayla ya da ilk görüşte olması bu neticeyi değiştirmez. Yaşanması gereken yaşanır ve bunun önüne setler çekilmesi, durumun şiddetini artırmaktan öteye geçemez. Armand'ın durumu da diğerlerinden farklı değildir. Toyluğu, yüzünden okunabilecek her insan gibi; gençliğinin yakıcı arzularında yüzmeye istekli, bir o kadar tedirgin ve yaşamaya meraklı; ailesinden gördüğü ölçülü terbiye ile sınırlarını korumakta gayret eden bir erkektir. Tiyatrolara gider, yakın arkadaşları ile yaptığı sohbetlerden keyif alır; düzenli para harcamaktan, içmekten hoşlanır. Kadınların ilgisini üzerinde toplayacak bir ışığa sahiptir. Kısacası o dönemin erkeklerinden beklenti neyse Armand bunları karşılayacak güce sahiptir. Fakat Marguerite söz konusu olduğunda, hele ki ilk alaycı bakışından sonra, saydığımız tüm bu vasıflar anlamını yitirecektir.
Her gün farklı bir locada, çoğunlukla aynı adamlarla birlikte, eşsiz güzelliği ile erkeklerin dünyasına hükmedebilecek tatlı dilli Marguerite. Ellerinde ayın yirmi beş günü ak, geriye kalan beş gününde ise kıpkırmızı kamelyalarla dolaşan bu kadın için ne söylenebilirse azdır. Hoş, bugün onun hayatını okuduğumuzda, yaşadığı acılara tanıklık ederken ne onun hislerine gerçek anlamda kulak verebiliyor ne de ellerinde tuttuğu çiçeklerin anlamını düşünmekle uğraşıyoruz. Tıpkı o asırlarda olduğu gibi günümüzde, bir yosmanın yosma oluşu haricinde pek ilgi çekici bir yanı yoktur. İşin aslı kadınlar söz konusu olduğunda, bataklıkta yaşamını sürdürmeye çalışan bu asrın insanı nazarında; basit bir makyajla, kendine has ancak oldukça şuh sayılan gülümsemenle de aynı ölçüde bir yosmasındır.
Marguerite tüm bunların bilincinde, yaşamını alıştığı biçimiyle görmeye ve o düzende ilerlemeye çalışan bir kadındır. Etrafı kendisi gibi kadın dostlarıyla çevrili; gece hayatına düşkün, bu geceleri paylaşmak zorunda kaldığı erkeklerden de bir o kadar tiksinecek duruma sahip bir kadın. Yaşama tutunma yetkesini bu tiksintiyle karışık saflığından aldığı kanısındayım. Onu ayakta tutan bu ihtişamlı, göz alıcı yaşam değil, bilhassa bu ihtişamın içinde korumaya çalıştığı saflığıdır.
Peki birbirinden oldukça bağımsız bu iki insan karşılaşırsa ne olur? Burada zihninizi kısa bir yolculuğa davet ediyorum. Geçmişte okuduğunuz, adına 'klasikler' denen o destansı kitapları bir düşünün. Kapalı kapılar arkasında saatlerce konuşulan heyecan dolu sohbetleri, gözyaşlarına karışan öpücükleri, vaat edilen toprakları, insana bir asırmış gibi hissettiren bekleyişleri ve ardından gelen tutkulu mektuplaşmaları... Böyledir çoğu kitabın bize anlattıkları; daha doğrusu sundukları. Üzerinde saatlerce düşünülmüş süslü laflarıyla, sizi maddi dünyadan öte manevî bir gerçeklikle de tanıştıracaktır bu yazılanlar. Bu ikili için de durum en başında farklı değildir. Uzun bir süre boyunca çoğu insandan saklı kalacak bir ilişkiye adım atarlar.
Tüm bu yukarıda saydıklarımız çoğu kadın ve erkek için bulunmaz nimetler gibi görülse de ikili arasında kimi zaman öfkeli tartışmalara, kimi zamansa dargınlığa varacak ölçüde huzursuzluklar başlar. Bir kadının erkekler nazarında ne kadar alçalabildiğini, erkeğinse kendinden geçmiş bir aşığa dönüşmesini, tutkunu olduğu kadına sırf öfkesi(!) yüzünden zulmedebileceğini onların ağzından okuyacağız. Bu savurgan halde ilerleyen ilişkinin içinde kendilerinin yaşattıkları kadar çevrelerinin de bunda payı olacak bir yorgunluk baş gösterir. Çünkü onların ilişkisini çevreleyen bu cephede diğer ilişkilerde olandan farklı bir nitelik daha bulunur; toplumun onaysızlığıyla birlikte gelen yerleşik inançları.
Armand terbiyeli bir ailede yetişmiş, onların öğretileri sayesinde kazandığı mal varlığı ile "gerçek bir erkek gibi" üzerine düşen sorumlulukları alması gerekendir. Marguerite içinse durum bu kadar 'temiz' değildir. İncelemenin başında bir fahişenin dahi sorumlulukları olduğuna değinmiştim. Burada mevzu bahis olan günlük cilt bakım rutini, yediğine içtiğine çeki düzen vermek gibi kulağa basit gelecek şeyler değil aslında. Bir yosma paraya tapmalı ve yalnızca onun sağladığı konfora boyun eğmelidir. Güzelliği ile diğer kadınları hasetten öldürse de bu parıltıdan vazgeçmemelidir. Ki diğer kadınlar söz konusu olduğunda genellikle onlarla aynı sokakta yürümek zaten söz konusu bile olamaz. Çünkü bir yosma bir başkasının kocasını çabucak etkisi altına alabilir; bir yuvayı yuva olmaktan çıkarabilir. Onların nazarında kadere de kazaya da sebep olan böyle aşağılık kadınlardır. Ne hissettikleri önemsizdir; kaldı ki duyguların kaynağının para ve cazibe dışında bir yola açık olmadığı çevreleri tarafından kabul edilmiş/dayatılmış bir gerçekliktir.
İşte ikilimiz tüm bu değer yargıları ile çarpışan bir topluluk içinde ilişkilerini sürdürmeye, bunun ötesinde anlamlandırmaya çalışırlar. Sonuç olarak nasıl bir felaketle kaderlerinin çizildiğini burada belirtmeye gerek görmüyorum. Okumak isteyen için sebepler şu an elinizde tuttuğunuz kitapta birer birer yazılmış zaten. Ancak 'görülmesi' gerekenlerin, bize verilenden daha fazla ve biçimce daha farklı yönleri olabildiğini anlamak, okuyucunun erişmesi gereken bir uzaklıkta. Bu mesafeyle arayı kapatana dek kısmen yardımcı olabileceğini düşündüğüm şu sorularla incelememi sonlandırmak istiyorum.
Marguerite ile Armand'ın ilişkisi niçin bir onaylanma beklentisiyle sarsılıp duruyordu?
Eğer Marguerite bir yosma olarak tanınmasaydı, düzenin arzuladığı bir kadın olma yolunda ilerleseydi, daha mı ahlâk sahibi bir insan olurdu? Ahlâkın insandan insana, çevreden çevreye değişen koşulları mı bulunur/ bulunmalı mıdır? Bizlere öğretilen/ dayatılan ahlâk ne ölçüde bizim ne ölçüde toplumun ihtiyaçlarını karşılıyor? Madem ahlâkın türlü koşulları mevcut, o halde açıkça yapılan bir iyiliğin ya da kötülüğün; günahın ya da sevabın, adına her ne derseniz deyin, insana toplumda bir mevki inşa eden bu olgulardan hangi birinin temiz olduğundan emin olunabilir?
Mert UZUNLAR

Yorumlar