NÖBET
- Tanık Fanzin
- 13 Şub
- 5 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 4 Mar
Nöbet sırası bizdeydi. Hazırlıklarımı yapıp nöbet yerine geçtiğimde bana eşlik edecek arkadaşım bir süre geç gelmiş, o sırada da başka bir bölükten arkadaşımla muhabbet etmiştim. Yadırgamamıştım çünkü kendisi komutan ile yakın olduğundan ona taviz gösterilirdi. Bize, özellikle de bana bir şey deme hakkı düşmezdi. Yanıma geldiğinde sigarasını yaktı ve bana gülümsedi. Gözlerimi ondan kaçırarak dikkatimi tek bir yerde topladım. Tüm gece boyunca bana hayatından, ailesinden ve evlenmeyi düşündüğü sevgilisinden bahsetti. Gelecek hayalleri oldukça güzeldi. Mesleğine başlamış, askerliği de hızlıca bitirmek için buraya gelmişti. Benim gibi zorunluluktan ve hayallerinin buraya bağlı olmasından kaynaklı değildi. Ailemizin durumu kötü olduğundan aynı zamanda küçüklüğümden beri gelen vatan sevdamdan kaynaklı asker olmak benim tek şansımdı.
“Sen ne yapacaksın Mert?” dedi bana gülümseyerek. “Hiç kendinden bahsetmiyorsun. Hatta hiç konuşmuyorsun. Put gibisin be oğlum.” Şaka maiyetinde omzuma vurdu. Hoşuma gitmese de ben de gülümsedim. “Neyden bahsedebilirim ki? Senin gibi hayallerim, evleneceğim birisi falan yok benim. Dümdüz bir adamım. Sadece ismim gibi Mert olmak istiyorum o kadar.” Bana biraz üzülmüş olacak ki yüz ifadesi değişti. Normalde sevmediğim insanlara karşı soğuk olurdum ancak gitmemin yakın olmasından mıdır bilmem yaptığımız sohbet oldukça hoşuma gitmiş diğer insanlarla yakınlaşma isteğimi arttırmıştı. Bir süre daha muhabbet ettik. Ellerim soğuktan kıpkırmızı olmuş, yanmaya başlamıştı. Ellerimi birleştirerek ısıtmak için üfledim. Gözlerime ağırlık çökmeye başladığında güneşin ilk ışıkları gözlerime vurunca sevinmiştim. Nöbet bitmişti. Değişim yaptıktan sonra odalarımıza gittik. O an beni durdurdu ve sarıldı. Garipsemiştim. Bugüne kadar hiç kimse bana böyle davranmamış, yakınlaşmamıştı. Hem daha önümüzde birkaç gün vardı. Sarılması için bir neden yoktu. “İsmin gibi mert bir adamsın.”
Arkasından bakakaldım ve odasına girdikten sonra üzerimdeki şaşkınlığı atıp odama girdim. Üstümü değiştirip yatağa yattım. Yorganımı üzerime çektikten sonra ısındım. Uykuya dalmam kısa sürse de uyanmam bundan daha kısa sürmüştü. Kapıma vurup komutanım içeriye girip “KALK! KALK!” dedi. Beni kolumdan tutup yataktan kaldırdı. Ayılmam için kısa bir süre tanıdıktan sonra sorguya çeker gibi komutanın odasına götürüldüm. “Komutanım ben bir şey yapmadım. Lütfen suçumu söyleyin.” Komutan beni duvara vurdu. Sarsılsam da tepki vermedim, veremedim. “Albayın odasından belge çalınmış. Sizin nöbet saatinizdeyken hem de. Belgeyi sen mi çaldın?” Şok olmuştum. “Komutanım ben öyle bir şe-“ “Doğruyu söyle Mert!” diye bağırdı. “Ya sen doğruyu söylersin ya da zorla ben söyletirim.” O an bir şey diyemedim. Sonum çoktan belliydi. Durumu belki albaya anlatırsam beni anlar, yardım ederdi. Kafamda nöbeti canlandırdığımda bana eşlik eden arkadaşın geç geldiğini fark ettim. O sırada odanın önünden geçiyorduk ve orada durmuş sırıtarak bana bakıyordu. Tabii ya! Bana sarılması, anlamsız konuşmaları, hepsi vicdanını rahatlatmak içindi. Hepsini o planlamış, komutana olan yakınlığı sebebiyle de suçu bana atmıştı. Komutan da bunu sorgulamadan suçlu olarak beni kabul etmişti. O yüzünü görünce içimdeki canavarı uyandırmıştı. Artık benden kaçarı yoktu. Dünyasını başına yıkacaktım. Artık bir hayalim vardı ve bu hayal onun buradan yaka paça atılmasıydı.
Albayın odasına binbaşı ile beraber girdik. Odaya girmeden önce binbaşı konuşmam için boğazımı sıkmıştı bu sebepten boynum mor bir şekilde içeri girmiştim. Albayın da dikkatini çekmiş olacak ki suçu kanıtlanmamış bir askerin böyle darp edilmesine sinirlenerek binbaşını odadan çıkardı. Koltuğuna oturup beni süzdü. “Mert’ti değil mi?” duruşumu dikleştirdim. “Evet, komutanım!” belgelere baktı. “Bak Mert açık olmak gerekirse benim odama girmeye cesaret edebileceğini düşünmüyorum.” Elindeki bana ait belgeleri uzattı. Belgeleri aldım. Bütün bilgilerimi görünce o an bu işin şaka olmadığını tekrar anladım. “Asker olmak istiyorsun değil mi?” ayağa kalktı. Yanıma yaklaştı, elini omzuma koyup itiraf etmem için biraz sarstı. “Olamazsın Mert. Böyle bir suçlama ile bırak asker olmayı üzülerek söylüyorum bir bok olamazsın.”
Haklıydı. Her şeyden önce devletin bir belgesi çalındığından sicilime işleyecekti hatta hapse bile girebilirdim. “Dün gece ne yaptığını anlat.” Bakışlarımı kaçırıp yere baktım. “Komutanım dün gece ne yaptığımı anlatmaktansa size direkt suçluyu kanıtlarımla getirsem?” beni sorgular bakışlarla süzdü. “Sana neden güveneyim? Hele üzerinde böyle bir suç varken.” Masasına geri yöneldi. “Size sunabileceğim somut bir kanıt yok ancak dün gece nöbet arkadaşım nöbetine geç geldi.” O an bir duraksadı. “Geç mi geldi?” buna ilgi göstermesi ile göğsüm biraz kabardı. “Evet. Bir süre yoktu ancak ben oradaydım. Hatta o nöbete gelmeden önce başka bir askerle muhabbet etmiştim.” Bir kaşını kaldırdı. “Kimmiş o asker?” biraz düşündüm. “Zeki Cumhur” dedim. İsmi buydu emindim. “Belgeleri nöbet arkadaşın çaldı yani?”
Elimi çeneme götürüp bir süre düşündüm. “Hayır, yani evet. O çalmadıysa da bir arkadaşına söylemiş olabilir.” Masadaki deftere parmağıyla hafifçe vurup bir kalem bıraktı. Oradakilerin adını istemişti. İsimlerini yazdıktan sonra odadan çıkmamı işaret etmişti. Tam odadan çıkacakken aklıma bir şey daha geldi. Onu yakacağıma dair kendime bir söz vermiştim ve bunu yapacaktım. “Komutanım bir şey daha var.” Söyle der gibi baktı. “Alkol.” Dedim. “Alkol de alıyor bu kişiler.” Elini masaya vurdu. “Bu bilgiler neden bana gelmiyor? Nerede kullanıyorlar? Çarşı izninde falan mı?” başımı hayır anlamında salladım. “Eski koğuş binasında. Biliyorsunuz ki orayı tadilata alacaklardı ancak sonrasında vaz geçilip öylece bırakıldı. Orada toplanıyorlar hatta oraya zula yapıyorlar.” Binbaşını söylersem üstümü ihbar etmekten sıkıntıya gireceğimden onun adını söylememiştim. Albay sinirlenerek tekrar çıkmamı işaret etti ve binbaşını odaya çağırdı. Koğuşuma dönerken nöbet kayıtlarına bakıldı ve cidden yanımdaki arkadaşımın geç geldiği öğrenildi. Daha sonrasında da zulanın yapıldığı yer patlatılarak ismi geçen askerleri sorguya aldılar. Belgeler ortaya bir süre çıkmadı.
Alkol olayına karışan askerlerden birisi birkaç gün sonra kafeteryadayken yanıma geldi. “Bizi sen mi ispiyonladın?” dediğinde gülümsedim. Cevap vermedim, vermek de istemedim. Beni böyle bir tehlikeye atmışken onların gözünün yaşına bakacak değildim. Kendim için gerekirse hepsini yakardım. Kalkıp oradan giderken nöbette bana eşlik eden kişi geldi. Yediği dayaktan olacaktır ki gözünün altı morarmıştı. Ancak hala suçlar kanıtlanamadığından tehlike altında olan bendim ve kendimi daha fazla tehlikeye atmamak amaçlı harekete geçmeliydim. Belgelerin yerini biliyordum ve gidip albaya söyleyecektim. Odasına gittiğimde binbaşı izin vermese de aramızdaki gerginlik sebebiyle albay odasından çıkmış içeri gelmemi söylemişti. “Ne oldu? Ne bu gürültü?” başımı öne eğdim. “Komutanım belgelerin olduğu yeri tahmin ediyorum ancak bizim koğuşta değil.” Komutanın gözleri parladı. Belgelerin ne kadar önemli olduğunu tekrar o an anlamış oldum. “Nerede peki?” komutana olduğu yeri söyledikten sonra bunu kimden öğrendiğimi sordu. İçlerinden birisinin bugün yemekhanede yanıma gelip itiraf ettiğini söyledim ve ismini verdim. Yalanlasa bile belgeleri dediğim yerde bulduklarında yalanlamasının bir anlamı kalmayacak, söylenen yerden çıktığı için ceza alacaktı.
Odadan çıktıktan birkaç saat sonrasında belgeler bulundu ve suçlular sıraya dizildi. Hepsine ceza verildikten sonra polis onları almak için gelirken başlarına beklemesi için bir asker konuldu. Polisin gelmesine yakın askerle nöbet değiştirmek istediğimi söylediklerinde iftiraya uğrayan kişi olduğumdan kabul ettiler. Binbaşı gözlerini benden kaçırarak kendini affettirircesine özür diledi ve en azından son kez söyleyeceğim bir şeyler olabileceğimden geçmeme müsamaha gösterdi. Onlara bakıp sadece güldüm. İçlerinden nöbeti paylaştığım kalkıp üzerime yürümeye çalışsa da arkada bekleyen askerleri görünce bir şey yapamadı. Askerler uzakta ve bizi duyamayacakları bir yerdeydi ancak olası bir darp durumunda buraya anında müdahale edebilirlerdi.
“Neye gülüyorsun?” dedi.
“Neye mi? Aptal olmanıza elbette.” İç cebimden belgelerin bir kopyasını çıkardım ve onlara göz kırptım. “İhtiyacım olanı aldım ve fazlalıklardan kurtuldum. Gülmemem için bir sebep var mı?” bu sefer kendini durduramayıp üzerime yürüse de onu baskıladım ve arkamı dönüp ilerlemeye başladım. O sırada belgeleri iç cebime koymuştum. İlerlerken arkamı döndüm. “Bazen içinizdeki en mazlum kişi görebileceğiniz en tehlikeli kişi olabilir.” Elimi kaldırıp askerlerin polislere teslim olmasına bakmadan diğerlerinin yanına gittim.
Albay yanıma geldi. “İyi misin Mert? Üzerine yürüyordu sanki.” Başımı salladım ve gözden kaybolan polis arabasının sirenlerinin susmasını bekledim. “İyiyim komutanım. Bilirsiniz suçlular yakalanınca suçunu sindiremezler.”
Yiğit Yavuz Çınar
Comments